“Teknokrat” kelimesi özgürlükçü kalabalıklar tarafından nadiren kullanılır. Bu kelime tüm ulus adına bir şekilde doğru kararları almak için teknik uzmanları kullanan bir bürokrasi fikrini çağrıştırır ve özgür bir toplumun antitezi olarak durur. Ne yazık ki, merkez bankacılığının özünü de yansıtır. Bu hafta, hem İtalya’dan hem de Avustralya’dan bunun nasıl çalıştığını gösteren haberler geldi. Salı günü İtalya ile başlayan haberlerde, New York Times, Avrupa Merkez Bankası eski başkanı Mario Draghi’nin bir sonraki başbakan olma ümidiyle İtalya’ya çağrıldığını duyurduğu haberinde teknokratlardan övgüyle söz etti. Gazetede “İtalya’nın Avrupa Birliği dostu politikacılarının çoğunun olmayacak duası” olarak nitelendirilen Draghi, ulusu mevcut salgından kurtarmaya gönderilmiş bir adam gibi görünüyor. Açıklandığı gibi:
İtalya, Bay Draghi’yi kritik bir anda potansiyel bir lider şeklinde resmi olarak çağırıp, siyasi güçleri başarısız olduğunda ülkeyi kurtarma ününe sahip teknokratik hükümet modeline geri dönmeye hazır görünüyordu.
Basın bize siyasetin ülkeyi başarısızlığa uğrattığını söylüyor, ancak kurtuluş daha iyi, daha yetenekli ve deneyimli bir liderin seçilmesiyle bulunabilir. Bu durumda, bir zamanlar Avrupa’yı yaklaşık on yıl önce krizden çıkardığı söylenen “İtalya’nın en yüksek profilli uluslararası yetkililerinden” birinin işi haline geliyor:
Bu kişi aynı zamanda faiz oranlarını düşürmekle ve 2012 yılında euro bölgesi borç krizi esnasında Merkez Bankası başkanı olarak euro’yu kurtarmak için “ne gerekiyorsa” yapacağını ilan etmekle itibar kazanmıştır.
Teknokratın değeri, “ne gerekiyorsa” yapabilme yeteneğinde yatmaktadır, özellikle de kriz zamanlarında. Şunu anlamalıyız ki, bir merkez bankacısının “ne gerekiyorsa” tavrı her zaman daha fazla borç ihracı içerecektir, bu da euro bölgesi borç krizinin mevcut sorunun daha da artırılmasıyla çözülmesi gibi ironik bir hal alacaktır. Gördüğümüz gibi, işte onun bulduğu çözüm:
Aylar sonra, İtalya da dâhil olmak üzere son derece borçlu ülkelere sınırsız euro bölgesi devlet tahvili alımı sözü verdi ve ezici mali baskıyı etkin bir şekilde hafifletti.
Şu anda, faiz oranları düşük veya negatif olduğu için yüksek borç seviyeleri planlayıcılarımızı ilgilendirmiyor. Ancak bu çözüm, herhangi bir krizin, gelecekte daha şiddetli olması kaçınılmaz görünen zamana kadar süresini uzatmaktan başka bir çözüm sunamaz.
Bu bakımdan, Avrupa bugün, faiz oranlarını sonsuza kadar düşük tutmanın eninde sonunda faiz oranlarının bir gün yükselmesi gerektiği gerçeğiyle yüzleşeceği yerde sıkışmış ABD’deki duruma benziyor; bunun için övgü alması gereken merkezi plancılarımızdır.
Dünyanın diğer tarafında, Avustralya’da, liderlerimizin verdiği açıklamaların her zaman doğru olmadığını görüyoruz. Bu gerçek, Salı günü, Avustralya Merkez Bankası başkanı Vali Philip Lowe’nin mali taraftaki 300 milyar AUD teşvikine ek olarak, 100 milyar AUD ek tahvil alımı açıklamasıyla tekrarlandı. CNBC notları:
Teşvik, fiyatların rekor seviyelerde olduğu konut piyasasında bir yangını ateşledi… Lowe, emlak piyasasındaki canlanmanın aile bilançolarını desteklediğini ve olumlu refah etkileri yoluyla harcamaları teşvik ettiğini söyledi.
Eğer bu doğruysa ve “pozitif refah etkisi”, para birimine değer kaybettirerek varlık fiyatlarının artmasına neden olan hükümetin teşvikine gönderme yapıyorsa, o zaman bu bir kutlama nedeni değildir. Refah etkisinin nasıl ölçülebileceğini valinin kendisi bile bilmiyor. Herkesin evinin fiyatı artarsa, hepimizin daha iyi durumda olduğumuzu iddia edemeyeceğimizi dikkate almıyor. Borç yükünün etkileri de, borçlara değil varlıklara ve tasarruflar üzerinden yapılan harcamalara odaklanmaya devam ettiği için dikkate alınamaz. Öyle görünüyor ki, hiç kimse uzun süreli bir “yangın” döneminden sonra konut piyasasının “sakinleşmesinin” sonuçlarını düşünmüyor.
Bir yetişkin olarak muamele görmek isteyen, ancak tüm eylemlerin bir sonucu olduğunu tam olarak anlayamayan genç bir ergen gibi, geleceğimizi planlamakla görevli olanlar, mevcut durumda en tatmin edici buldukları şeylerin ötesinde planlama yapma yeteneğinden yoksun görünüyorlar. İster İtalya’nın işlerini yönetme yolunda eski bir merkez bankacısı ister Avustralya’nın para politikasının şu anki başkanı olsun, teknokratlara imkânsızı yapması için cömertçe ödeme yapılır; muhtemelen hayatımızı daha iyi hale getirmeye çalıştıkları yöntemden dolayı. Bu yaptıkları kelimenin tam anlamıyla imkânsızdır.