Güvenilmez anlatılara dair daha fazla örnek, radyokarbon tarihleme

Bu yazı, Avrupa tarihi üzerindeki akademik görüş birliğinin yanlış olduğunu iddia eden komplo teorilerine dair bir yazı dizisinin üçüncü bölümüdür. Önemli bilgilendirmeler için lütfen birinci bölümü okuyun. Ardından ikinci bölüme geçin.

İskoçya-İngiltere sınırı yakınlarında, 117,5 km uzunluğunda bir duvar bulunur. Geleneksel kronoloji bize bu duvarın MS 117 yılında İmparator Hadrian tarafından inşa ettirildiğini anlatır. Konunun boyutları ve İngiliz okullarında çocuklara öğretilen tarih derslerindeki yeri göz önüne alındığında, bu görünüşte apaçık olgular hangi kanıtlarla desteklenmektedir?

İlginçtir ama bu bilgiyi destekleyen sadece iki kanıt vardır. İlki, Augustan History adlı bir kitaptaki ifadelerdir. Yazı dizisinin birinci bölümünde anlattığımız ve kanıtların güvenilirliğinin takibine dair olağan sorunlar bir yana, bu kitaba ilişkin alışılmadık bir sorun daha vardır; o da tarihçilerin kitabın büyük bölümünün kurgu olduğunda ve yazarlarının muhtemelen hiç yaşamadığında hemfikir olması. Wikipedia şöyle diyor:

Önemli sorunlar arasında, [kitabın] kullandığı kaynakların yapısı ve içeriğin ne kadarının tümüyle kurgu olduğu meselesi vardır. Sözgelimi kitap boyunca 68’i mektup, 60’ı söylev ve halka veya senatoya sunulan öneriler, 20’si senatonun kararname ve oylamaları olmak üzere 150 metin bulunmaktadır. Bugün bu metinlerin neredeyse tamamının sahte olduğu bilinmektedir.

Kitap, İmparator Hadrian’a dair temel bilgi kaynağımız. Diğer klasik yazarlar Hadrian’a kısaca değinir ve onların metinleri de birinci bölümde ele alınan sorunlardan mustarip: Örneğin Hadrian’ın Atina’ya yaptığı yardımı yücelten Pausanias’ın “Yunanistan’ın Tasviri” adlı eseri, 1418 yılında Floransalı bir hümanist tarafından bulunan ve elbette elyazmalarının bulunması için sarf edilen onca çaba ve masrafa rağmen derhal “kaybolan” tek bir elyazmasına dayanır ve “Yunanistan’ın Tasviri” Hadrian dışındaki konularda muazzam ayrıntılara ve alıntı değerine sahip olsa da tarih boyunca başka yazarlar tarafından tam anlamıyla görmezden gelinmiştir (bu da kitabın 1418 yılından önce var olmadığını akla getirebilir).

“Salt kurgu” ile sakatlanmış bu kitap dışında, duvarın Hadrian tarafından inşa ettirildiğine dair tek bir kanıt bulunmaktadır: bir kilisede bulunan ve kitabeli iki küçük kumtaşı. Ancak kitabe o kadar tahrip olmuştur ki alıntılanan metin neredeyse tümüyle tahmine dayanır.

Bilgelere yaraşır bir hokus pokusla, kitabenin bu iki parçasına dayanarak koca bir metin vücuda getirilir; aşağıda kalın yazı tipi ile verilen harfler okunabilen harflerdir, kalan harfler ise tümüyle modern tarihçiler tarafından icat edilmiştir:

Divorum omnium filius imp(erator) Caesar Traianus Hadrianus

Augustus imposita necessitate imperii

intra fines conservati divino

praecepto

… co(n)s(ul) III …

diffusis barbaris et

provincia reciperata

Britannia addidit limitem inter

utrumque Oceani litus per m(ilia) p(assuum) LXXX

exercitus pṛ̣ ovinciae opus valli fecit

sub cura A(uli) Platori Nepotis leg(ati) Aug(usti) pr(o) pr(aetore)

Metnin, hatta Hadrian adının çoğu sadece tahmine dayanmaktadır; bir hikâye kitabındaki anlatıya uyacak şekilde metne eklenmişlerdir. Peki bu duvarı kim inşa etti? En doğru cevap, bunu söyleyemeyeceğimizi söylemek olurdu. Fakat duvara “Gizemli Duvar” deseydik oldukça sıkıcı bir adı olmuş olurdu ve turistlerin ilgi odağı haline gelirdi. Böylece bu anlatının pamuk ipliğine bağlı olduğu görmezden gelindi. Ne okullarda ne de Wikipedia’da bu tarihsel kaydın gerçekte ne kadar güvenilmez olduğu anlatılır.

Bilimsel tarihleme sorunları

Neden sürekli şaibeli kitaplara ve parça parça olmuş kitabelere bel bağlamak zorundayız? Tarih, radyokarbon tarihleme veya ağaç halkası hesabı gibi kesin tarihleme yöntemleri sayesinde bilimsel bir kimlik kazanmamış mıydı?

Bilimsel tarihleme yöntemlerinin tarih çalışmaları alanında devrim yaratması, hatta bir ölçüde bu çalışmaları makineleştirmesi gerekiyordu. Artık uzmanların bir kazı sahasının tarihlenmesi üzerine karmaşık teorileri bir araya getirmek için yıllarca uğraşmasına gerek yok; sadece odun veya kömür gibi biyolojik malzemelerden birkaç parça bul, bunları bir torbaya koyup laboratuvara gönder ve şipşak! Kesin tarih gelsin.

Yine de bazı insanlar hâlâ zaman çizelgesinin hatalı olduğuna inandığına göre bu teknikler hakkında bazı çekinceler olsa gerek. Tarihçi Peter Jones bu çekincelerden bazılarını, sorunlu Antikçağ kronolojileri üzerine yazdığı kitabında yer alan Sıkça Sorulan Sorular kısmında tartışmaya açıyor:

  • Aslında radyokarbon tarihleme, çoğunlukla, “bilinen” çağlara ait kazı sahalarında kullanılmıyor, çünkü bu konudaki konsensüs herhalde o kadar da yanlış olamaz, dolayısıyla neden kontrol zahmetine girilsin ki?
  • Radyokarbon tarihlemenin kullanıldığı ve ortaya çıkan tarihlerin akademik konsensüsle çeliştiği durumlarda da sonuçlar sessiz sedasız hasır altı ediliyor (bu yayın yapma takıntısı bilimin tüm alanları için geçerli bir sorun).
  • Bu yöntem sadece odun veya kömür gibi biyolojik malzemelerde işe yarıyor, ancak bu malzemelerin yaşı ile söz konusu kazı sahasının yaşının uyuşması gerektiğine inanmayı gerektirecek bir neden yok ve genelde de bu tür malzemeler her zaman ele geçmiyor, örneğin duvarın tarihlenmesi açısından bir faydası yok.
  • Bilimsel tarihleme teknikleri aslında tarihleri normal yıllar olarak vermez. “Radyokarbon yılı” veya ağaç halkası hesabı gibi biçimlerde tarihler verir. Kullanılabilir olmaları için standart MÖ/MS tarihlemeye çevrilmeleri gerekir ve bu eşleştirme sürecinin, eski kitaplardan edinilen bilgiler gibi başka tarihleme teknikleri baz alınarak kalibre edilmesi yaygındır. Bu süreç zaman zaman döngüsel de olabilir. Böylece birinde yapılan hata hepsini etkilerken, aslında birbirini destekliyormuş gibi görünebilir.

Jones, Sıkça Sorulan Sorular kısmında, “[kalibrasyonda] kullanılan istatistiksel değişkenler çoğunlukla yeteri kadar anlaşılmıyor” diyor. Cornell Üniversitesi de tekniğin kullanımının üzerinden on yıllar geçmişken, 2018 gibi yakın bir tarihte bile bu kalibrasyon eğrilerinin yanlış olduğunu tespit etmiştir.

Jones şöyle devam ediyor: “Çalışmamız, miladi tarihin başlarındaki Güney Levant bölgesinin arkeolojisinin ve ilk dönem tarihinin zaman çizelgesi için bir dizi revizyonu ve gözden geçirmeyi teşvik etmeli.”

Son birkaç binyıllık tarihler için yapılan kalibrasyon oranı oldukça fazla:



Radyokarbon yaşı (14C (izotopu) yılı BP)

Buradaki BP (“before present”/ günümüzden önce) 1950 yılından eski tarihler anlamına geliyor, yani 1000 BP şeklindeki bir tarih MS 950 yılı oluyor. Görüldüğü gibi eğri özellikle Roma sonrası karanlık çağa doğru geri gittikçe çığırından çıkıyor.

Radyokarbon tarihleri normalden binlerce yıl eski olabiliyor. Tekniğin kullanılmaya başlanmasından on yıllar sonra, yeni öldürülen Antarktika foklarının yaşı 1300 olarak “ölçülüyordu.”

Anatoly Fomenko daha başka sorunlar da olduğunu ileri sürer:

  • Radyokarbon tarihleme laboratuvarlarının geçmişinde, hataların silsile halinde yayılımını ikiye katlayan ve bilimsel olmayan, kalitesiz prosedürler söz konusudur. Sözgelimi, örneği getiren kişiden, tarihi “doğru” bulup bulmadıklarını kontrol için tahminî bir zaman aralığı vermesini isteyebilirler.
  • Laboratuvarlar genelde aynı malzeme için çok farklı tarihler verir. Yine de bu arkeologların tekniğe olan inancı sarsılmış gibi görünmüyor.
  • Radyokarbon tarihleme numuneyi tahrip ettiğinden, kalibrasyon eğrileri istatistiksel olarak anlamsız sayıda numune ile hesaplanmıştır.

Açıktır ki böyle bir teknik statükocu tarih anlayışındaki yanlışları düzeltmek açısından güvenilir değildir, hatta bu anlayışı perçinler.

Dendrokronoloji (ağaç halkası hesabı) için de aynı sorunlar geçerli. Ağaç halkası hesabına dayanan kronolojilerin geçmişe doğru tarihleme yapma imkânını artırmak için birbirlerine göre kalibre edilmesi gerekir, ancak bunun yapılma yöntemi, öyle gibi görünmesine rağmen, hiç de güvenilir değil.

Bu sıralanımla ilgili ilginç bir sorun, Kuniholm’un Tille Höyük’teki bir kent kapısından alınan ahşabı tarihlendirmeye çalışmasıyla ortaya çıktı. Yaşanan şuydu: Bilgisayar analizi ile elde edilen t değeri wiggle [hareketli] eşleştirmesi sonucunda bir değil tam üç eşleşme ortaya çıktı (MÖ 1258, 1140 ve 981) ve her biri %99,9’un üzerinde kesinliğe sahipti. Ayrıca 1990’ların ortalarında Almanya, Hohenheim’da çalışan dendrokronologların yanıldıkları üç olay yaşandı ve her seferinde de güvenilirliğe dair güçlü iddialar vardı.

Kimi zaman araştırmacılar gerçeğin ne olduğunu bilmediklerini kabul etmektense sağduyuya meydan okuyan şeylere inanmayı tercih ediyor. Yanlış tarihlemeler göz ardı edilmek yerine “açıklanıyor.”

Çok bilinen bir olayda, bir radyokarbon laboratuvarı bir Mısır mumyasının kemikleri için MÖ 1000 tarihini bulurken mumyanın sarıldığı kumaş için MS 300 tarihini belirler, ki fark bin yıldan fazladır. Çok karmaşık tarihleme sürecinin hatalı olabileceği şeklindeki apaçık sonuca varmak yerine, mumyanın 1300 yıl sonra durup dururken mezarından çıkarıldığına, bir kumaşla yeniden sarıldığına ve sonrasında tekrar gömüldüğüne karar verirler. Analiz için bu mumya özel olarak seçilmişti, çünkü bir adının olmaması, bir numaradan ibaret olması hoş değildi ve bu şekilde sergilenemezdi. Yeniden gömülme açıklamasının mantıksızlığı, yaptıkları işe çok fazla zaman harcayan ve bu işe itibarlarını koyan bilim insanlarını pek ilgilendirmedi.




1970’lerde otopsisi yapılan Mumya 1770

Tarih tümüyle yanlış mı?

Avrupa tarihinin kaynaklarını eşelediğinizde, ortaya birbiriyle çatışan hikâyelerden oluşan mutlak bir kaos çıkar. Bilimsel yöntemler kullanıyormuş gibi sunulduğu zamanlarda bile büyük sorunlar halının altına süpürülür. Bu ortamda, egemen ortak görüşlerden şüphe duyan, hatta alternatif tarihler öneren insanlar olması şaşırtıcı değil.

Bu yeni tarihler alışık olduklarımıza hiç benzemiyor da olabilir. Sözgelimi en ilgi çekici olanlarından biri, Antik Roma ve Yunan’ı tümüyle yok sayar: Roma’nın çöküşü veya ardından gelen karanlık çağ hiç olmamıştır. “Antik” olduğunu düşündüğümüz her şeyin kökenleri aslında Ortaçağ’dadır ve Ortaçağ öncesinde yaşananlar bilinmemektedir.

Peki bunların bir önemi var mı?

Hayır, pek de önemi yok demek cazip geliyor olabilir. Nihayetinde karanlık çağların hiç yaşanmamış olması, Antik Roma’nın gerçekten var olmaması kimin umurunda? Her halükârda hepsi geçmişte kaldı!

Ancak alternatif tarihlerin tek faydası insanı eğlendirmesi değil. Bu tarihler bize tarihsel olaylara dair kavrayışımızın aslında ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor ve tam bir özgüvenle bize tarihten hangi dersleri çıkarmamız gerektiğini söyleyen akademisyenlerle karşılaştığımızda bunu hatırlamak faydalı olabilir. Anlatıyla çelişen olguların ne kadar çabuk tahrif edilebildiğini veya üzerinin örtülebildiğini de ispatlıyorlar. Binlerce yıl önce yaşanmış olaylar söz konusu olduğunda insanın kendini bundan ayrıştırması kolaydır, ancak bu konuları incelemek, yaşadığımız zamanda ortaya çıkacak benzer sorunları tespit edebilmemizi sağlar.

Size bir örnek vereceğim. Aşağıda, 20. yüzyılda yaşamış bir adamdan yapılan bir alıntı var.

Bizler sosyalistiz; bizler, iktisadi olarak zayıf olanların sömürülüyor olması, adaletsiz ücretler, insanı sorumluluk ve başarı yerine servet ve mülke göre yakışıksız bir şekilde değerlendirmesi nedeniyle günümüzün kapitalist ekonomik sisteminin düşmanıyız ve bu sistemi ne olursa olsun ortadan kaldırmaya kararlıyız.

Bu adam, başka birçok şeyin yanında, “hak edilmemiş tüm gelirlerin ve çalışarak kazanılmayan tüm gelirlerin kaldırılmasını,” “tüm tekellerin millileştirilmesini” ve “büyük endüstrilerde kâr paylaşımını” talep eden bir hareketin lideriydi. Tüm bunlar en bilinen katı sol tutumlar olsa da toplumumuz tam bir fikir birliği içinde bu adamın aşırı sağda olduğuna inanıyor. Bugün bile politika oluşturma süreçlerini etkiliyor.

Hiçbir yere bakmadan bu adamın kim olduğunu bilebilir misiniz?