Kongre şimdilerde 1,9 trilyon dolarlık bir teşvik paketini geçirmeye hazırlanıyor. Bu, Mart ayındaki 2 trilyon dolarlık teşvik paketinin ardından Aralık ayındaki 900 milyar dolarlık Covid yardım anlaşmasını takip eden bir pakettir. Federal hükümet son 11 ayda ekonomiye toplamda 4,8 trilyon dolar pompaladı. Bu para, işletmeleri desteklemeye, işsizlik yardımlarını arttırmaya ve kapsamını genişletmeye ve ailelere yapılan doğrudan ödemelere gitti.
Hükümetin cebinden çıkan miktar daha önce eşi görülmemiş seviyededir. Enflasyonu hesaba katarak bakacak olursak, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’na harcadığından yüzde 20 daha fazlası harcandı ki, ABD yaklaşık dört yıl bu savaşın içinde yer almıştı. Enflasyon da hesaba katıldığında, aylık harcanan dolar esasına göre, federal hükümet, son 11 ayda, 2. Dünya Savaşı sırasındaki harcama oranının beş katı bir oranda harcama yapmıştır.
Peki, bu inanılmaz harcamanın bir faydası olmuş mudur? Bunu söylemek bir açıdan neredeyse imkânsız, çünkü harcamalar olmadan dünya nasıl görünecekti bilmiyoruz. Ancak başka bir açıdan bunu söylemek çok daha kolay. Bu büyük harcamalar yapılmadan ABD’nin nasıl görüneceğini hayal etmeye çalışmaktansa, hükümetin 4,8 trilyon doları Amerikan ailelerine paylaştırması durumunda ABD’nin nasıl görüneceğini hayal edin. Bunun nasıl bir etkisi olurdu? ABD’de 123 milyon aile var. Gelir kesintileri gözönüne alınarak, teşvik kapsamındaki çekler, bu ailelerin yaklaşık yüzde 80’ine gidiyor. Eğer hükümet, basıt bir şekilde 4,8 trilyon doları 123 milyon ailenin yüzde 80’i arasında eşit olarak paylaştırsaydı, her biri neredeyse 50.000 dolarlık bir çek almış olacaktı.
Şimdi bunu bir düşünün; ailelerin yüzde 80’i 50.000 dolarlık çek almış olsaydı, ABD şu anda nasıl görünürdü. Bir kere, insanlık tarihinde ilk defa bir ülke yoksulluğu tamamen ortadan kaldırmış olacaktı. ABD’deki ailelerin en yoksul yüzde 20’lik kesimi, yaşam standartlarının bir gecede orta sınıfa fırladığını görecekti. Tam zamanlı çalışan bir kişi, saatlik 24 dolara eşit bir ücret zammı almış olacaktı. Saatlik ücreti 7,25 dolar olan bir tam zamanlı çalışan, birdenbire kendisini saatte 30,80 dolar kazanan bir işçiyle eşit durumda bulacaktı. Bu durum, “15 dolar için savaşın” tezinin en ateşli savunucularının dahi yüzünün kızarması için yeterlidir.
Eleştirmenler işletmeleri desteklemek zorunda olduğumuz için teşvik paralarını bu şekilde kullandığımızı söyleyeceklerdir. Ne de olsa, bir şeyler satın alacak işletmeler kalmazsa, ailelere 50.000 dolarlık çek vermek de bir işe yaramaz. Ama parayı ailelere vermiş olsaydık, bu aileler bir şekilde bu parayı ya harcayacaklar ya da işletmelerin gelip borç alabileceği şekilde saklayacaklardı. Nihayetinde bu para, aileleri desteklemek suretiyle işletmeleri desteklemiş olacaktı. Ve bu, tersinden olsa da, hükümetin Bordro Koruma Programını (BKP) haklı çıkarmak için ilk etapta yaptığı argümanın ta kendisidir. Hükümet BKP’yi, işletmelere verilen teşvik paralarının işletmeler tarafından işçilere aktarılması için tasarladı. Eğer sistem bu yönde işliyorsa, diğer yönde de işleyebilirdi.
4.8 trilyon dolarlık teşviğin iyi bir fikir olup olmadığını değerlendirirken, kendinize şu basit soruyu sorun: Eğer hükümet ailelere 50.000 dolarlık çek kesmiş olsaydı daha iyi durumda olur muyduk?. Eğer şu anda öfkeden köpürmüyorsanız, konuya yeterince dikkatinizi vermemişsiniz demektir.
Tabii ki bu yeni bir şey değil. Hükümet onlarca yıldır zamanımızı ve paramızı boşa harcıyor ve Covid Savaşı, hükümetimizin şu ana kadar yürüttüğü en pahalı ikinci savaştır (üçüncüsü 2. Dünya Savaşı). En pahalısı – açık ara – Yoksulluğa Karşı Savaştır. Buradaki fiyat etiketi 23 trilyon dolardır ve daha da artmaktadır.
Yoksulluğa Karşı Savaş 1965’te başladığından beri, ABD’nin yoksulluk oranı oldukça stabil bir şekilde yüzde 10 (± 3) oldu ve sürekli olarak ne yukarı ne aşağı bir eğilim sergiledi. Rakamlara bakınca, güçlü bir düşmanla savaşmak için gerçekten elimizden gelenin en iyisini yapıyormuşuz gibi görünebilir; 23 trilyon dolarlık bir harcamaya rağmen, yoksulluk seviyesinin daha da kötüleşmesine ucu cuna engel olabiliyoruz ki bu da bizi şu soruya geri götürüyor: Sadece yoksullara doğrudan ödeme yapsaydık ne olurdu? Federal hükümet, 50 yıldan fazla bir süredir yüzden fazla yoksulluk programını hayata geçirmek ve desteklemek için 23 trilyon dolar harcamak yerine, insanlara çek vermiş olsaydı ne olurdu?
Hükümet 23 trilyon dolar ile, sadece yoksulluğu gidermekle kalmaz, tüm alt sınıfı da ortadan kaldırabilirdi. Yoksulluk programlarını desteklemek yerine, hükümet en yoksul yüzde 20’lik kesimdeki her aileye bir çek vermiş olsaydı, 1965’ten günümüze kadar her yıl en alt yüzde 20’lik kesimi orta sınıfa taşımış olurdu.
Öyleyse federal hükümet, neden yardım programlarının yerine doğrudan ödeme seçeneğini hiç düşünmüyor gibi görünüyor? Bu seçenek ile, Covid krizinde ve yoksulluğa karşı sürdürülen daha geniş savaşta, can sıkıcı bir sorun olabildiğince verimli bir şekilde çözülebilirdi. Ve işte sıkıntı da burada. Politikacılar, sorunları verimli bir şekilde çözmekle pek ilgilenmiyorlar. Öyle görünüyor ki, onlar hep sahip oldukları gücü genişletmeyi tercih ediyorlar ve hayata geçirdikleri hükümet programları, hayatlarımızın mikroyönetimi konusundaki yeteneklerini genişletiyor.
Politikacılar değişik alanlardaki muhtelif programları ile ilgili büyük ve cafcaflı iddialarda bulunuyorlar, çünkü bu iddialar, hükümetin eliaçık yardımlarını alan insanlarda büyük yankılar uyandırıyor. Hiç şaşırtıcı değildir ki, bu iddialar köklü ve sürekli büyüyen federal bürokraside daha da yankılanıyor. Ama sonuç itibariyle insanlar, basit bir kararla alabilecekleri yardım çeklerine kıyasla çok daha azını alıyorlar.
Sonuç olarak, hükümetimiz, politikacıların ulusal problemleri siyasi güce dönüştürmek için kullandıkları bir araç haline gelmiş durumda, bu nedenle sorunları çözmekle hiç ilgilenmemeleri şaşırtıcı olmamalı.