Birkaç yıl süren kararsızlığın ardından, sanki Britanya’daki olaylar hızla bir çözüme doğru ilerliyormuş gibi geliyor. Ne yazık ki bu çözüm, dünyanın en eski demokrasisinin ölümü olabilir.

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı vermesinden birkaç ay sonra, görüşme süreciyle ilgili bazı öngörülerimi yazdım. Bu öngörülerin, benim açımdan cömertçe, sadece yarısı doğruydu. Şöyle dedim, “Geçersiz bir anlaşma” ‘da:

AB, coğrafi olarak yakın ülkelerin görüşmesi için artık yeterince rasyonel değil

Benim görüşüme göre, İngilizlerin ve İsviçrelilerin AB’nin nasıl “görüşme” yaptığına dair deneyimleri göz önüne alındığında bu hala doğru. Ve şöyle yazdım:

Hiç kimse yakın ülkelerin liderlerinin, komşularıyla iyi ilişkilerden daha çok soyut vizyonlara değer veren fanatik partizan kimseler olduğunu söylemekten hoşlanmaz. Bu yaklaşım, kesinlikle geleneksel diplomasi kurallarına uymaz. Ancak bu insanlarla, bir tür yeni bir anlaşmayı görüşme fikrinin bir hayal olduğu açıktır ve bunun için ne kadar az zaman harcanırsa o kadar iyi olur.

Bu öngörü, görüşmelerin imkansız olacağını iddia etmişti. Bu kısım yanlıştı – görüşmeler oldu, bir anlaşma (AB tarafından) yazıldı. Tek sorun, daha önce de belirttiğim gibi bunun fanatik partizanlar tarafından yazılmış olması. Önerilen anlaşma pek çok yönden o kadar korkunç ki, katı tutuma sahip Kalmak isteleyenlerin hakim olduğu bir Parlamento bile bunu kabul edemezdi.

Aslında, benim gerçek görüşlerim bundan daha öteye gitti. İki olası sonuç olduğu sonucuna varmıştım. İlkinde İngiltere, iki yıl süren durmuş görüşmelerden sonra anlaşma yapmadan ayrılacak ve buna karşılık AB, yeni bir tam ekonomik soğuk savaş biçimini başlatacaktı. Örneğin, diğer ülkelere AB veya İngiltere ile ticaret yapabileceklerini ama her ikisini birden yapamayacaklarını söyleyeceklerdi.

Ya da hükümet, Britanya’ya ve dolayısıyla, resmen diktatörlükler olarak dikkate değer olan (başlangıçta böyle bir oy hakkı verilmeyecek olan) Avrupa’nın geri kalanına önderlik ederek, onu basitçe iptal edecek ve ayrılmayı reddedecekti. Halkın algısının bu gerçekliği yakalamak için ne kadar zamana ihtiyacı olduğu ise başka bir zaman tartışılacak farklı bir mevzu.

Hükümetin referandumu geçersiz kılabileceği fikri, çılgın veya aşırı bir görüş değildi. Yıllar içinde benzer görüşlerin birkaç kez ifade edildiğini duydum… ve bunun her zaman Avrupa’nın başka yerlerindeki insanlar tarafından dile getirildiğini fark ettim. Bu insanlar, kendi politikacılarının AB güç transferleriyle ilgili referandumları görmezden geldiğini veya engellediğini görmeye alıştılar. Ve yeni bir soğuk savaş fikri, o zamanlar bana bile radikal görünse de aslında durumun gerçekçi bir değerlendirmesiydi. Bunu biliyoruz, çünkü artık Avrupa’daki çeşitli yetkililer tarafından paylaşıldı. The Times’ın Brüksel muhabirine göre:

AB, Brüksel ile Londra arasındaki ilişkilerin anlaşmasız bir Brexit’ten sonra tamamen bozulabileceği korkusunun ortasında “Brexit soğuk savaşından” kaçınmak için bir strateji üzerinde çalışıyor.

Avrupalı hükümetler ve diplomatlar, özellikle Almanya ve Hollanda’dakiler, artık anlaşmasız bir hırçınlığın “Brexit soğuk savaşında” yıllarca süren siyasi bir çatışmaya dönüşmesinden korkuyorlar.

Bir büyükelçi, “Hırçınlık bolca mevcut” dedi. “Brexit soğuk savaşından başka bir şeyin olacağı herhangi bir durumun gelişeceğini sanmıyorum.”

Bu dil nereden geliyor?

Alman şansölyesi Angela Merkel, arkadaşlarına anlaşmasız ayrılığın Demir Perde ile kıyaslanabilecek türden bölünmeler yaratabileceğine dair endişesini ifade etti.

Sanırım Merkel haklı. Bu yeni Demir Perde kesinlikle, acınası bir kölelik pozisyonu almış yani sırf gelecekteki görüşmelerin sözünü alabilmek için kendisine neredeyse sınırsız zarar vermeye istekli bir pozisyon almış olan Birleşik Krallık tarafından oluşturulmayacak. İngiltere’nin siyasi sınıfları, çatışmanın her türünden kaçınmak zorundalar.

Hayır. Açıkça bir imparatorluk inşa etmek isteyen ve masanın tek tarafı olan AB tarafından yeni bir Demir Perde inşa edilecek.

Aşikar İmparatorluk Hayali

Bu noktada blogumun AB’yi destekleyen okuyucuları, özellikle de Amerikalılar öfkeli. İmparatorluk! Ne?! AB İmparatorluk değildir diyorlar. Aslında tam tersi! Washington Post’a göre, soruna neden olan eski imparatorluk günlerinden vazgeçememek İngilizlerin acizliğidir:

İngilizler, imparatorluk düşlerini barındırmakta pek yalnız değiller… ama Britanya’nın geçmiş fantezisi, İngiltere’nin bugününe gülünç bir şekilde ters düşüyor.

Ve New York Times’da yayınlanan Theresa May’in Zihnindeki İmparatorluk başlıklı bir serbest kürsü (op-ed) yazısında:

Brexit’in kökleri, emperyal nostaljiye ve İngiliz istisnacılığına dair mitlere dayanıyor ve İngiltere’nin artık büyük bir dünya gücü olmadığı gerçeğine karşı, özellikle 2008’den beri aynı şekilde ortaya çıkıyor.

Bana defalarca, Ayrılma yönünde oy kullananların neye oy verdiklerini bilmedikleri söylendi. Bu nedenle, Brexit görüşmelerinde AB Parlamentosu’nun seçilmiş temsilcisi Guy Verhofstadt’ın bu konuşması hakkında Kalma yönünde oy kullananların neler hissettiğini merak ediyorum:

Verhofstadt şöyle diyor:

“Yarının dünya düzeni, ulus devletlere veya ülkelere dayalı bir dünya düzeni değil, imparatorluklara dayalı bir dünya düzeni.”

Ayrılma savunucularının Britanya İmparatorluğu hakkında konuştuğunu hiç duymadım. Ancak burada sözde federalizmin en sesli destekçisi, AB’nin “yeni dünya düzeninde” nasıl bir imparatorluk olması gerektiğinden açıkça bahsediyor.

Verhofstadt’ın konuşması oldukça katı. O, güç bloklarını demokratik olup olmadıklarına göre ayırmıyor gibi görünüyor: Ona göre hepsi yalnızca imparatorluk:

“Çin bir ulus değil, bir Han medeniyetidir. Hindistan… bir ulus değil… dünyadaki en büyük demokrasidir… ABD de bir ulustan ziyade imparatorluktur, belki yakında hepsi İspanyolca konuşacak, ne olacağını bilmiyorum ve ayrıca son olarak Rusya Federasyonu.

Yarının dünyası, biz Avrupalı ve siz İngilizlerin sadece çıkarlarınızı, yaşam tarzınızı savunabileceğiniz bir imparatorluklar dünyasıdır. Bunu da Avrupa çerçevesinde ve Avrupa Birliği’nde birlikte yapabiliriz.”

Bu, distopik bir gelecek vizyonudur, ancak Avrupa Birliği tarafından giderek daha fazla benimsenmektedir. Verhofstadt, AB tarafındaki hiç kimse tarafından susturulmadı ve susturulacağını da sanmıyorum, çünkü onunla aynı fikirdeler. AB’nin birincil amacı artık enternasyonalizm, uyum ve barış kavramlarından biri (eğer öyle idiyse de) değil. Aksine, Avrupalılar Brüksel’e her açıdan itaat etmeyi kabul etmelidir çünkü kaçınılmaz gelecek, dünyanın geri kalanının yaşam tarzlarını yok etmek için onlara karşı birleştiği bir gelecek.  Bu formülasyonda Amerika, Çin’den hiçbir farkı olmayan düşman bir imparatorluktur.  Hindistan bile bir tehdit!

Tüm totaliter yapılar, nüfusun odaklanabileceği dış düşmanlar yaratır. AB, Amerikan teknoloji şirketlerini şeytan gibi göstermek için çok uğraştı. Böylece, halkı onlardan “kurtarabilirlerdi”. Bizzat Amerika’yı şeytanlaştırmak ise, aşikar olan bir sonraki adım.

Kurgu Dışında İkili Konuşma

Verhofstadt bu konuşmayı Liberal Demokratlar konferansında yaptı. Bu, bir an olsun düşünmeye değer.

Bütün bu konu, George Orwell’in ikili konuşma dediği şeyle çok defa bölünmüş durumda — bir şeyin ne olduğunu açıkça anlatıyor ama sonra ona az önce anlatılanın tam tersi bir isim veriyor.

1984’te Büyük Birader hükümeti, Hakikat Bakanlığı (propaganda), Barış Bakanlığı (savaş) ve benzeri organizasyonları yönetti. Karakterlerin hepsi bu organizasyonların ne yaptığını biliyordu çünkü hükümet bu konuda yalan söylemedi, fakat isimler gerçeğin zıttı idi.

Son zamanlarda Britanya’da bundan çok sayıda oluyor, bence hepsi AB destekçileri tarafından yapılıyor. Ve bu, hiçbir yerde Liberal Demokrat partide olduğundan daha net değil.

Yeni liderleri Jo Swinson’ın yönetiminde Liberal Demokratlar’ın tam anlamıyla tek bir politikası var: 50. Maddeyi feshedecekler ve Brexit’i iptal edecekler. Parlamentonun bizzat muhafaza etmek için güçlü bir şekilde kabul ettiği Britanya tarihindeki en büyük oylamayı resmen geçersiz kılmak, hayatta olduğum sürece gördüğüm en büyük demokrasi yıkımı olacaktır. Böyle bir politikaya sahip hiç kimse kendisine “liberal demokrat” diyemez. İşte bu ikili konuşmadır.

Liberal Demokratlar, son seçimde benzer bir politika izledi ancak o zamanlar önce “Halkın Oyu” adı verilen yeni bir referandum yapacaklarını iddia ettiler. Halk, oy kullandı ve ağır kayıplar verdirdi. İlk referandum da elbette halkın oyu idi: İkincinin tek amacı, onda hile yapmaktı böylece halkın tercih ettiği seçenek asla kazanamayacaktı. Klasik ikili konuşma.

Halkın Oyuna yalnızca çok saf biri inanırdı. Bu tür insanların aptallığı artık ekranda, çünkü Swinson geçenlerde kamera karşısında, eğer kaybederse ikinci bir oylamanın sonucunu asla uygulamayacağını itiraf etti:

Artık Liberal Demokratlar numara yapmaktan vazgeçti ve bütünüyle ve derhal iptali desteklediklerini halka açık bir şekilde söylediler.

Ne şok ama!

Kaybedenler Yönetimi Ele Geçiriyor

Ama bir sorun var. Liberal Demokratlar, Halkın Oyu politikasıyla girdiği son seçimi fena halde kaybetmesine rağmen, şimdi kademeli olarak iktidarı bir şekilde ele geçiriyorlar çünkü milletvekilleri diğer partilerden onların partisine geçiş yapmaya devam ediyor. Muhafazakar Parti’nin veya İşçi Partisi’nin AB’den ayrılma politikasına oy veren seçmenler, kendi bölge milletvekillerinin artık onu iptal etme sözü veren bir Liberal Demokrat olduğunu farkettiklerinde şaşırıyorlar. Şu anda Mecliste bulunan Liberal Demokrat milletvekillerinin yarısı bu hat üzerinden geldi ve bu sayı artmaya devam ediyor. Bunlar, hiçbir seçimi kazanmadan yavaş yavaş kontrolü ele alıyorlar.

Daha da kötüsü, birçok İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti Milletvekili, parti değiştirme zahmetine girmeden Liberal Demokratların politikasını etkili bir şekilde uyguluyor. Bu yaptıkları, son kampanyaları sırasında verdikleri vaatlerle doğrudan çelişiyor. Londra’daki AB Komisyonu ofislerinde haftalık toplantılar vasıtasıyla “Kalma İttifakı” içinde birlikte çalışıyorlar.

Geleneksel olarak, bir milletvekili parti değiştirirse, seçmenlerin onlar hakkında yeni bir karar verebilmesi için ara seçime gitmesi gerekir. Saf değiştiren hiçbir milletvekili bunu yapmadı.

Peki ikinci en büyük parti ne olacak? İşçi Partisi, referanduma saygı duyacaklarını söyleyerek kampanya yürüttü çünkü onların güçlü olduğu asıl seçim bölgelerinin çoğu Ayrılma yönünde oy verdi, ancak İşçi Partisi şimdi bunu reddetti ve “Halkın Oyu” politikasını resmen kabul etti ve onlarla Kalma kampanyası düzenlediler. Artık, bu oylamaya saygı gösterme olasılıkları var mı? Pekala, muhalefet lideri tüm yılı genel seçim talebiyle geçirdi, ancak daha sonra fırsat gibi önüne gelen genel seçim teklifini Parlamento’da veto etti. Hile karıştırmadıkları hiçbir seçim sonucundan yana değiller.

Bu politikacılar, seçmenlerinin haklarından tamamen mahrum edilmesini umursamıyorlar. Onlar, sadece İngiltere’yi mümkün olduğu kadar uzun süre AB’ye dahil etmeyi önemsiyorlar. Diğer her şey yanıp kül olabilir.

Demokrasinin Sönen Ateşi

En zengin ülkeler demokratik ülkelerdir ve bu başarının temelinde kaybedenlerin rızası yatar. İktidar partisi adil bir oylamaya rıza göstermeli ve eğer kaybederse kendileri için ne kadar acı verici olursa olsun kenara çekilmelidir.

Kaybedenlerin rızası artık İngiltere’de neredeyse tamamen ortadan kalktı. Politikacılar iktidarı elde etmek için toplu halde yalan söylediler. Artık İngiltere’nin anlaşma yapmadan asla ayrılamayacağını belirten yasalar çıkardılar. Bu anlaşma, İngiltere’nin başka bir uzatma talep etmesi gereken, Boris Johnson’ın onlar tarafından sözleri dikte edilmiş mektupları göndermesi gereken ve diğer tüm yolların artık seçmenlerin defalarca reddettiği bir yolu zorla uyguladığı bir anlaşma.

Politikacılar, ara seçim yapmayı reddediyorlar. Genel seçim yapmayı reddediyorlar. Parlamento Sözcüsü, tercih ettiği siyasi sonuca ulaşmak için elinden gelen her şekilde kuralları esneteceğini açıkça belirtti (“Brexit’e lanet olsun“). Kalmak isteyenler mahkemeler aracılığıyla, kazanan “ayrılma” seçeneğini şimdiye kadar olduğundan daha yasadışı hale getirmek için sürekli meydan okumalar başlatıyor.

Pek çok uzman, başka bir seçimin yakın olması gerektiğini söylüyor. Umarım haklıdırlar, ancak Kalmak isteyenlerin şimdiye kadarki davranışları göz önüne alındığında, durumun böyle olduğuna inanmak için hiçbir neden yok.

Çok daha zeki Amerikalıların aksine, biz İngilizlerin herhangi bir resmi yazılı anayasası yok. Parlamento çok güçlüdür ve Kraliçe geçersiz kılmadıkça hemen hemen her istediğini yapabilir, ki Kraliçe bunu asla yapmaz. Parlamento, 2011 tarihli Sabit Süreli Parlamento Yasasında seçimlerin ne sıklıkta yapılacağını çoktan değiştirdi. O zamanki inanç, muhalefetin iktidarı kazanma fırsatını asla reddetmeyeceği ve böylece pratikte çok az fark yaratacağı yönündeydi. Bu varsayımın yanlış olduğu çok hızlı bir şekilde kanıtlandı.

Kalma İttifakı’nın bu Parlamentoyu açık tutmasını ve 2022’ye kadar azınlık politikalarını uygulamasını engelleyen nedir? Hiçbir şey.

Ama daha büyük bir sorunsal olarak, Kalma İttifakı’nın iktidarı süresiz olarak elinde tutacak şekilde gerekli düzenlemeleri yapmasını engelleyen nedir? Anayasal olarak konuşursak, Kraliçe hariç hiçbir şey. Pek çok milletvekilinin kaybedenin rızası gibi temel ilkeleri alenen feda ettiği düşünüldüğünde, sosyal açıdan da hiçbir şey.

Bunu nasıl yapabilirler?

Birleşik Krallık Tam Diktatörlüğe Nasıl Dönüştürülür

En basit yol, 5 yılda bir seçime gitme şartını ortadan kaldıran yeni bir yasayı çıkarmak olabilir. Bu süre, ya önemli ölçüde artırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir.

Ama bu cazip değil. Böyle bir yasa değişikliği, gerçekten Birleşik Krallık’a, mevcut Parlamentonun diktatörlüğü olarak resmiyet kazandıracaktır. Mevcut milletvekili grubu bile bunu desteklemek için mücadele edecek: Bu da, iç savaşa veya bütünüyle kurumsal çöküşe yol açabilir. Ayrıca böyle bir yasanın Kraliyet Onayını asla alamaması da olası.

Bir başka olasılık da Kraliyet Ailesini yozlaştırmak olabilir. Siyasi tarafsızlığa aşırı derecede sıkı bağlılığı nedeniyle Kraliçe’nin siyasi görüşleri hakkında çok az şey biliniyor. Ama Kraliçe yaşlı ve yakında ölebilir. Taht için sıradaki kişi, tarihsel olarak çok daha politik olan Prens Charles. Son zamanlarda halkın “Brexit’e takıntılı” olduğundan şikayet etti. Prens Charles ayrılmayı destekliyor mu? Bunu bilmek zor. Bu yorumlar göz önüne alındığında, bundan şüpheliyim.

Bu yüzden onlar için bir seçenek, Brexit’i ya Liberal Demokrat tarzında ya da Theresa May’ın “anlaşmasıyla” yok etmek, Boris Johnson’ı bir Europhile Başbakanı ile değiştirmek ve sonra bitti demek olabilir. İç gündeme döner ve Kraliçe ölünceye kadar Parlamentoyu devam ettirir. Bunlar hiç olmamış gibi davranır. Bu arada, “takıntı” nın geri dönmesini önlemek için konuyu yeniden açma çabalarının Kraliyet Onayı’yla reddedilmesi gerektiğine dair Prens Charles’ı ikna eder. Beklenmedik bir durumda, Brexit Partisi sadece oyu bölmek yerine bir seçimi resmen kazanır, bu hala politikalarını anayasal olarak uygulayamayacakları anlamına gelebilir.

Bu yol biraz daha karmaşık ama özellikle bunun Kraliyet Ailesi’nin varlığını tehdit edeceğini düşünen Prens Charles için yine de cazip olmayabilir.

Öyleyse tekrar daha karışık hale getirelim. Başka bir yol da Lordlar Kamarası’nı kötüye kullanmaktır. Halihazırda Parlamento, Lordlar Kamarasından üstündür, çünkü Lordlar Kamarası bir yasanın geçişini tamamen durduramaz, yalnızca erteleyebilir veya değiştirebilir. Lordlar, çok rahatsız edici bir hale gelirse, Başbakan Kraliçe/Kral’dan ideolojik olarak uyumlu olan daha fazla sayıda Lord atamasını isteyebilir. Ancak bu Kraliyet Ailesi’ne bir kez daha dayanır. Kalmak isteyenler, Lordlar Kamarası’nı halihazırda olduğundan daha da kararlı bir şekilde Brexit karşıtı olmaya yönlendirebilir, öyle ki Lordlar AB hukukunun dışına çıkmak için gereken herhangi bir yasayı erteleyebilir veya değiştirebilir. Daha sonra Prens Charles’ı toplu olarak yeni Lordlar atamayı reddetmeye ikna edebilirler. Charles, yeni Lordları toplu olarak onaylamayı reddetmesinin yalnızca anayasayı ve Parlamento’nun denetimini korumak olduğunu iddia ediyordu, daha önce hiç talep edilmediği ve AB ile hiçbir ilgisi olmadığı için böyle bir ihlalin emsali yok. Çok azı ona inanır ama içinde hareket ettiği sosyal çevrelerin hepsi onunla uyumlu davranır, bu yüzden zihinsel uyumsuzluk nadiren kendini gösterir.

Bu arada kuruluş, Brexit Partisini tamamen batırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor olacaktır.

Her yerdeki totaliter yapılar, rakiplerini kilitleyip oylamalara hile karıştırmaktan hoşlanırlar. Bunların bazılarını zaten gördük.

Seçim Komisyonu, Birleşik Krallık’taki seçim sürecini yöneten bir komitedir. Bu, tamamen açık sözlü AB aktivistlerinin hakimiyeti altında:

“Yönetim kurulunun neredeyse yarısının Brexit yanlısı kampanyayı eleştiren veya sonucun tersine çevrilmesi çağrılarını destekleyen kamuoyu açıklamaları yaptığı hususunun bu gazete tarafından ifşa edilmesinin ardından Muhafazakar milletvekilleri, Seçim Komisyonu tarafından yürütülen bir soruşturmayı eleştirdiler. Komisyonun Davranış Kuralları, tarafsız olmalarını gerektiriyor”

Komisyon, insanları tek taraflı olarak cezalandırma, arama/baskın faaliyetlerinde bulunma ve hatta bir örgütün siyasi parti olup olamayacağına karar verme gücüne sahip. Komisyon, Ayrılma savunucularını taciz etmek için yetkilerini defalarca kötüye kullandı.

Kötü namlı bir örnekte, Ayrılma’ya Oy Ver kampanyası, Komisyon’dan seçim yasasının son derece belirsiz bir bölümünü yorumlamasını istedi ve Komisyon ona tavsiyelerde bulundu. Sonra, Ayrılma’ya Oy Ver kampanyası kazandıktan sonra, Komisyon fikrini değiştirdi ve ekibin tam da rehberlik istediği husus üzerinden onları para cezasına çarptırdı. Kalmak isteyenler, nihayet referandumun meşru olmadığına dair istedikleri kanıtlara sahip olunca sevindi. Bu, Komisyon’un kampanyaya herhangi bir tavsiyede bulundukları gerçeğini gizlemeye çalıştığı ve Yüksek Mahkeme’de sona eren iki yıllık olağanüstü bir hukuk mücadelesine yol açtı. Mahkeme, Komisyon’u ağır bir şekilde eleştirdi ve kararlarını bozdu. Ve hükmünde şunları söyledi:

Komisyon, “yapıcı olmayan”, “keyfi” bir biçimde davranmıştır ve eylemleri için “herhangi bir rasyonel temelden” yoksundur.

Neyse ki, yargı ve polis hala tarafsızlık seviyesini koruyor görünüyor. Komisyon, hem tanınmış hem de alakasız diğer Ayrılma savunucularını da yasal olarak taciz etti, ancak cezalardan öteye gidemezdi çünkü mahkemeler ve polis tarafından reddedilmeye devam ediyorlar.

Bu nedenle, Kalma İttifakı’nın Brexit Partisini batırmasının basit bir yolu, ‘yabancı müdahalesinden’ ‘demokrasiyi koruma’ kisvesi altında daha çok muğlak seçim yasası çıkarmak ve Seçim Komisyonu’na bunları uygulamak için daha fazla doğrudan güç vermektir. Seçim Komitesi bir partiye 70.000 £ yerine 7 milyon £ ceza verebilirse ne olur? Ya partilerin seçimden tamamen men edilmesini seçerse? Sonra seçtiği partiyi “demokrasiyi korumak” gerekçesiyle ortadan kaldırabilir.

Kalmak isteyenler grubunun artan aşırılığı göz önüne alındığında, Seçim Komisyonu bir noktada Brexit Partisini ortadan kaldırmaya çalışacak, diğer partiler hala Kalmak isteyenler tarafından yönetilecek ve AB ülkeyi başarılı bir şekilde fethetmiş olacak. AB Komisyonu, kendi topraklarındaki başka yerlerde başarısız olan ekonomileri desteklemek için zenginliği soymaya devam edecek. İngiliz milletvekilleri, eğer hala kalırlarsa bunu durdurmak için hiçbir şey yapmayacaklar çünkü AB Parlamentosu bir dolandırıcı ve Yüksek Mahkeme de öyle, çünkü gerçek güçleri yok, çünkü Parlamento konuşmalarına izin vermez ve çünkü Milletvekillerinin ekseriyeti yine de büyük servet transferleri için oy vermekten mutluluk duyacak.

Bu yüzden Britanya’yı saran anayasal krizin sonunu göremiyorum. Halen mevcut birçok taktik var ve Kalmak isteyenler, kamusal yaşamdan tamamen dışlanana veya kazanana kadar demokrasiyi sona erdirmeye çalışacaklar. Hiçbir uzlaşma mümkün olmayacak.

Sonuç

Bu makalenin başlığı Avrupa’dan bahsetmesine rağmen, ben İngiltere hakkında yazdım. Bunu kasten yaptım. İngiltere ayrılamazsa hiçbir ülke ayrılamaz. Birleşik Krallık güçlü bir AB karşıtı geleneğe sahip, Euro Bölgesi’nde değil, çoğunluk sistemini kullanıyor, Amerika ile iyi ilişkilere sahip ve halka doğrudan ve basit bir referandum imkanı verildi. Diğer ülkelere AB’nin gücünü genişletmek için oy hakkı verildi, halk bunu reddetti ve yine halk buna rağmen daha sonra anlaşmaların her halükarda imzalandığını izledi. Diğer ülkelerdeki siyasi sınıfların, bunu fiilen yapmak şöyle dursun kendi halkına Ayrılma isteklerini ifade etmesi için izin verme şansı dahi yok. Özellikle Fransa ve Almanya çoktan kayboldu, bir Alman çıkışını hayal etmeye çalışmak hakikaten imkansız.

Diktatörlüklerin korkunç eylemleri göz önüne alındığında, insanlar neden onları destekliyorlar?

Güç, korku ve dünyayı daha iyi bir yer yapma arzusu.

Diktatörlükler, yöneten elitler için harikadır. Bu yüzden hepsinin, onları ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapan büyük destekçileri var. AB yanlısı en açık sözlü insanlar, AB’nin yönetici sınıfların bir parçası olmak için seçtiği aynı türden insanlar: seçimleri kaybeden ideolojik olarak saf politikacılar, akademisyenler, bürokratlar. Ödüller büyük olabilir. AB, Lord Peter Mandelson’a sadık kalması için büyük rüşvetler veriyor.  Mandelson, Kalma İttifakı’nın kilit bir üyesi ve bu şekilde kesinlikle geçimini temin ediyor.

Onlar korkuyla yönetirler. Korkan insanlara kolayca hükmedilir. Kalma kampanyası korkuya o kadar dayanıyordu ki, kelimenin tam anlamıyla “Korku Projesi”, onun takma adı haline geldi. Verhofstadt şimdi de Avrupa’nın bir imparatorluk olması gerektiği görüşünü haklı çıkarmak için aynı şekilde yabancılar korkusunu oluşturuyor.

Ve en sonunda, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek istiyorlar. Dünyanın sorunlarının demokrasiden kaynaklandığını ve kendileri gibi uzmanların aydınlanmış yönetimiyle çözülebileceklerini düşünüyorlar, yeter ki bununla ilgili aksiyon almak durumunda bırakılsınlar. Ülkeler ortadan kalktığında ve politikacıların yerini akademisyenler ve teknokratlar gibi üstün insanlarla değiştirdiklerinde gelecek daha parlak olacak gibi geliyor onlara. Bu insanların ortalama bir insandan daha zeki olduğuna dair hiçbir kanıt yok ve daha az akıllı olduklarına dair bazı iyi kanıtlar mevcut. Ancak pekala bu durum, vizyonun çekiciliğini azaltmaz.

Aslında bu, özünde psikolojik bir sorun. Ve onu düzeltmek, kitlesel çekiciliğe sahip yeni bir ütopik, popülist gelecek vizyonu gerektirecektir. Gelecekte bunun hakkında yazmayı planlıyorum.